TOP

Mustafa Kemal Atatürk/Vikisöz

Mustafa Kemal Atatürk/Kadınlar

Vikisöz sitesinden
    
AtaturkAtBall1929.jpg
  • "Anaların bugünkü evlatlarına vereceği terbiye eski devirlerdeki gibi basit değildir. Bugünün anaları için gerekli vasıfları taşıyan evlat yetiştirmek, evlatlarını bugünkü hayat için faal bir uzuv haline koymak pek çok yüksek vasıflar taşımalarına bağlıdır. Onun için kadınlarımız, hattâ erkeklerimizden çok aydın, daha çok feyizli, daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar; eğer hakikaten milletin anası olmak istiyorlarsa."
  • “Bazı yerlerde kadınlar, görüyorum ki başına bir bez veya bir peştamal veya buna mümâsil bir şeyler atarak yüzünü, gözünü örter ve yanından geçen erkeklere karşı ya arkasını çevirir veya yere oturarak yumulur. Bu tavrın mânâ ve medlûlü nedir? Efendiler, medenî bir millet anası, millet kızı bu garip şekle, bu vahşî vaziyete girer mi? Bu hâl milleti gülünç gösteren bir manzaradır. Derhâl tashîhi lâzımdı.“[1]
  • "Bizim dinimiz hiçbir vakit kadınların erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir. Allah’ın emrettigi şeyi kadın ve erkek beraber olarak ilim ve kültür edinmeleridir. Kadın ve erkek, bu ilim ve kültürü aramak ve nerede olursa oraya gitmek ve onunla dolu olma zorundadır. İslam ve Türk tarihi tetkik edilirse görülür ki bugün kendimizi bir türlü kayıtları bağlı zannettiğimiz şeyler yoktur. Türk sosyal hayatında kadınlar ilim, kültür ve diğer hususlarda erkeklerden katiyen geri kalmamışlardır. Belki daha ileriye gitmişlerdir."
  • “Bizim kadın hayatımızda kadının tarz-ı telebbüsünde teceddüt yapmak meselesi mevzu-u bahs değildir. Milletimizde bu hasatsa yeni şeyleri bellettirmek mecburiyeti karşısında değiliz. Belki ancak dînimizde, milletimizde, tarihimizde zaten mevcut olan âdât-ı mergûbeye intizâm-ı cereyan vermek, mevzu-u bahs olabilir. Biz bağlı başımıza, kendi arzumuza, kendi terbiye ve seviyemize göre istediğiniz kıyafeti ihtiyâr eyleyebiliriz. Ancak bütün milletin şâyân-i kabul göreceği şekilleri, bütün milletin hayatında kabiliyet-i tatbîkiyesi olan kıyafetlere her hâlde temâyülât-ı umûmiyede aramak ve o şekillerin muvaffâkiyetini temâyülât-ı umûmiyeye tevâfukta görmek lâzımdır.“[2]
  • "Daha emin ve daha doğru olarak yürüyeceğimiz bir yol vardır: Büyük Türk kadınını çalışmamıza ortak kılmaktır."
  • “Dînimizin tavsiye ettiği tesettür hem hayatta, hem fazilete uygundur. Kadınlarımız, şeriatın tavsiyesi, dînin emri mûcibince tesettür etselerdi ne o kadar kapanacaklar, ne o kadar açılacaklardı. Tesettür-ü şer’î kadınlar için mûcib-i müşkilat olmayacak, kadınların hayât-i mâişette ve hayât-ı içtimâîyede, hayât-ı iktisâdiyede, hayât-ı mâişette ve hayât-ı ilimde erkeklerle teşrîk-i faaliyet etmesine mânî bulunmayacak bir şekl-i basittedir. Bu şekl-i basit, heyet-i içtimâiyemizin ahlâk ve âdâbına mugayir değildir.“[3]
  • "Dünya'da hiçbir milletin kadını, milletini kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu kadınından daha fazla çalıştım diyemez."
  • "Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın."
  • "İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin?Günün sözü 26 Ocak 2006
  • “Kasaba ve şehirde ecânibin nazar-ı dikkati en çok şekl-i tesettür üzerinde tesebbüt ediyor. Buna bakanlar, kadınlarımızın hiçbir şey görmediklerini zannediyor. Mamafih, îcâb-ı dîn olan tesettür, kısaca ifâde etmek lâzım gelirse denebilir ki, kadınların külfetini mûcip ve muhâlif-i âdap olmayacak şekl-i basitte olmalıdır. Şekl-i tesettür, kadını hayatından, mevcudiyetinden tecrit edecek bir şekilde olmamalıdır. Bu sadette son söz olarak diyorum ki, bizi analarımızın adam etmesi lâzım idi. Onlar edebildikleri kadar etmişlerdir. Fakat bugünkü seviyemiz, bugünkü îcâbât ve ihtiyâcât-ı esâsiyeye gayrıkâfîdir. Başka zihniyette, başka kemâlde adamlara muhtacız. Bunları yetiştirecek olan, bundan sonraki validelerdir. Bu mârûzâtımın istiklâlini, şerefini, hayat ve mevcudiyetini temin ve idame umde ittihaz eden yeni Türkiye Devleti’nin esaslarından birini teşkil etmesi lâzımdır ve inşallah edecektir.“[4]
  • "Sözün kısacası sonuç: Bu, kadın konusunda cesur olalım, kuşkuyu bırakalım. Açılsınlar. Onların dimağları gerçek bilgi ve sanat ile bezensin. İffeti, bilimi sağlıklı biçimde açıklayalım. Şeref ve haysiyet sahibi olmalarına birinci derecede önem verelim.."[5]
  • "Türk kadını Dünya'nın en münevver, en faziletli ve en ağır kadını olmalıdır. Ağır siklette değil, ahlakta, fazilette ağir, vakur bir kadın olmalıdır. Türk kadınının vazifesi, Türk’ü zihniyetiyle, azmiyle muhafaza ve mudafaaya kadir nesiller yetiştirmektir. Milletin menbaı, hayat-ı içtimaiyenin esası olan kadın, ancak faziletkar olursa vazifesini ifa edebilir. Herhalde kadın çok yüksek olmalıdır. Burada Fikret merhumun cümlece malum olan bir sözünü hatırlatırım: ‘Elbet sefil olursa kadın, alçalır beşer."
  • "Türk kadını ruhuna bilmeyen sath-i nazarlar kadınlarınıza bazı isnatta bulunmaktadırlar. Kadınlarınızın hayatta âtılâne yaşadıklarını, ilim ile, irfan ile münasebetleri bulunmadığını, hayât-ı medeniye ve içtimâîye ile alâkadar olmadıklarının, kadınlarımızın her şeyden mahrum kaldıklarını; onların Türk erkekleri tarafından hayattan, Dünya’dan, insanlıktan, kârükisbden uzak tutulduğunu söyleyeler vardır. Fakat hakîkat-i hâl böyle midir? Şüphesiz ki Türk kadınını su suretle görmek, Türk kadınını görmemektir. Ecnebîlerin ve bizi düşman nazarıyla görenlerden tarif ve tasvir ettikleri kadınlar, bu vatanın asil kadını, Anadolu’nun asil Türk kadını değildir. Öyle kadınlar bizim kadınını yanlış görüp yanlış anlatanlar, bilhassa büyük şehirlerimizde, müterakkî, medenî zannedilen yerlerde, bazı Türk hanımlarının manzara-i hâriciyelerine bakarak aldanıyorlar. O kadınların hâricî manzaralarını aleyhimizdeki sûitefsirlere müsait bir zemin olarak alıyorlar. Milletin onların manzara-i hariciyelerinden çıkardıkları manayı bütün bütün Türk kadınlığına teşmil ediyorlar. İşte ilk tashih edilecek hata ve ilk ilan edilecek hakîkat buradadır. Manzara-i hâriciyelerinde düşmanlarımıza ve bilhassa haklı bir sermâye-i tezvir veren manzaralara hepiniz biliyorsunuz ve herkes biliyor ki en ziyade memleketimizin en büyük şehri olan, asırlarca devletin pâyitahtı ve makarr-ı hilâfeti bulunan İstanbul’da tesadüf ediliyor. Düşmanlarımız hükümler veriyor ve diyorlar ki: Türkiye mütemeddin bir millet olamaz, çünkü Türkiye halkı iki parçadan mürekkeptir. Kadın ve erkek diye iki kısma ayrılmıştır. Halbuki bir heyet-i içtimâiye, aynı gayeye bütün kadınları ve erkekleriyle beraber yürümezse, terakkî etmesine imkân-ı fennî ve ihtimâl-i ilmî yoktur."[6]

Mustafa Kemal Atatürk/İktidar ve idare

Vikisöz sitesinden
    
  • "Ben namuslu bir adamım, benimle arkadaş olanların da namuslu olması gerekir."[1]
  • "Ben ve benimle beraber olanlar hedefimizin ulûviyetine, yolumuzun doğruluğuna eminiz. Bundan asla şüphe ve tereddüdümüz yoktur.
    Milletimizin, Türk milletinin yakın ve uzak tarihine lüzûmu kadar vukūfumuz vardır. Mâzînin derslerinin, hâl ve istikbal hayatı için, göz önünde tatmak dikkatinden mahrum değiliz. Yaptığımız hizmetlerle lüftehir değiliz. Yapacağımız hizmetlerin medâr-ı iftihar olabileceği ümîdiyle mütesellîyiz."[2]
  • "Bir millete, bâhusus bir milletin sergâr-ı idâreinde bulunan müdîrânında ihtirâsât ve münâkaşât-ı şahsiyye, vazîfe-i millîye ve vataniyyenin müstelzim olduğu hissiyat-ı âliyeye galebe derecesini bulduğu memleketlerde inhilâl ve inkıraz gayrı kābil-i ihtirazdır."[3]
  • "Biz, ilhamlarımızı gökten ve gâipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.
    Bizim yolumuzu çizen; içinde yaşadığımız yurt, bağrından çıktığımız Türk milleti ve bir de milletler tarihinin bin bir fâcia ve ıstırap kaydeden yapraklarından çıkardığımız netîcelerdir."[4]
  • "Bizim akıl, mantık, zekâ ile hareket etmek şiârımızdır. Bütün hayatımızı dolduran vak'alar bu hakîkatin delilidirler. Memleket ve millet işlerinde şahıslarla, fiilleriyle, fikirleriyle muzir olmak vaziyetine düşenlere karşı zaman zaman mütecellit olduğumuz vâkîdir. Milleti hakîkî salâh yolunda yürürmetken men'e çalışmak isteyenlere şedît ve bîâmân olmak istidâdındayız. Nizâm-ı içtimâîmizi bilerek veya bilmeyerek ihlâl edici kimselere müsadekâr olamayız. Bunlar doğrudur. Bizden bu hususlarda sükûnet ve bîtaraflik talep edenleri tatmin etmiyorsak bunun sebebi, memleket ve millet menfaatini her şeyin fevkinde gördüğümüzdür."[5]
  • "Erbâb-ı ihtisasca mâlumdur ki vâz-ı kanun olan insanlar, birtakım evsâf-ı mümtâzeye mâlik olmak mecbûriyetindedirler. Efendiler, o evsaftan birincisi şudur: Kanun teklif eden, kanun yapan, kanun vâzeden bir insam beşeriyetin bütün hissiyatına, bütün ihtirâsâtına herkesten daha çok nâfiz ve vâkıf olur. Fakat nefsini herkesten ziyâde ve tamamen, bütün şümûlüyle bunlardan tecrît etmek kudret ve kābiliyetine mâlik olmalıdır."[6]
  • "Millet ve idarede düsturumuz, milletin müşterek ve umûmî efkâr ve temâyülâtına tebâiyettir. Bu efkâr ve temâyülâtın hakîkî ve ciddî olabilmesi milletin maddî ve manevî ihtiyaç membalarından gelmesine vâbestedir."[7]
  • "Milleti aklımızın ermediği veya yapmak kudret ve kabiliyetini nefsimizde görmediğimiz hususta iğfal ederek geçici teveccühler celbine tenezzül etmeyiz. Millete âdî politikacılar gibi yalancı vaatlerde bulunmaktan nefret ederiz. Vatanı millî mesâilde fikrî, fiilî kusur ve noksanlarımızı görüp hayırhahâne ihtar edenlerden memnun ve müteşekkir kalırız. Fakat bizim maksadımızı sû-i te'vil ve tefsir; ve millet ve memlekete âit mefkûrelerimizin tatbîkine mânî olmak için çalışanlara hüsn-ü niyet atfedemeyiz. Bu gibiler cidden hain değil iseler mutlakâ gâfildirler. Bu sebeple hıyânete, şer ve fesâda âlettirler.
    Biz, böyle gâfillerin hakîkat gününde yerlere kadar kapandıklarını gördük. Milletimizi hakîkî halasa, saadete kavuşturmak için tatbîkinin zarûrî olduğuna kanaat getirdiğimiz esasları tatbik ve icrâda tereddüt göstermedik. Bu esasların devam ve istikrârını teyit için ise hayatlarımız ortadadır."[8]

Mustafa Kemal Atatürk/Hukuk

Vikisöz sitesinden
    
  • "Adâlet gücü bağımsız olmayan bir milletin, devlet halinde varlığı kabul olunmaz."[1]
  • "Adlî siyâsitimizin temel esâsı, 'Zamanın değişmesi ile hükümlerin dahî değişmesi lâzım geleceği inkâr olunmaz' kaidesidir."[2]
  • "Anayasa, milletin tamamıyla arzularını ve meclisin mahiyetini ve gerçek şeklini gösterir bir kanundur."[3]
  • "Anayasa da, Osmanlı İmparatorluğu'nun, Osmanlı Devleti'nin öldüğünü idrak ve ifade ve onun yerine yeni Türkiye Devleti’nin geçtiğini ilân eyleyen ve bu devletin hayatının da kayıtsız şartsız hâkimiyetin milletin elinde kalmasıyla mümkün olduğunu ifade eden bir kanundur."[4]
  • "Anayasa'nın asıl rûhu ise kitaplara geçmesinden evvel milletin dimağında ve vicdanında toplanmış olmasıyla ve ancak bunun ifadesi olmak üzere kurduğu meclise verdiği gerçek görev ile senelerden beri hükümlerini fiilen uyguluyor olmasıyla ve en nihayet kanun şeklinde Dünya'nın gözleri önüne konmasıyla gerçekleşmiştir."[5]
  • "Hukuk-u medeniyede, aile hukûkunda tâkip edeceğimiz yol, ancak medeniyet yolu olacaktır. Hukukta idâre-i maslahat ve hurâfelere merbûtiyet, milletleri uyandırmaktan men eden en ağır kâbustur. Türk milleti, üzerinde kâbus bulundurmaz."[6]
  • "'Zamanın değişmesiyle hükümlerin değişmesi inkâr olunamaz' kuralı adlî politikamızın temelidir."[7]

Mustafa Kemal Atatürk/Felsefe

Vikisöz sitesinden
 
  • "Bedenimin babası Ali Rıza Efendi, hislerimin Namık Kemal, fikirlerimin Ziya Gökalp'dir."
  • "Efendiler, bilirsiniz ki hayat demek, mücâdele ve müsâdeme demektir. Hayatta muvaffâkiyet, mutlaka mücâdele muvaffâkiyetiyle mümkündür. Bu da mânen ve maddeten kuvvete, kudrete istinat eder bir keyfiyettir."[1]
  • "Hayat mücadeleden ibarettir. Bundan dolayı hayatta yalnız iki şey vardır: Galip olmak, mağlup olmak."[2]
  • "Her fert istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus siyasi bir fikre sahip olmak, seçtiği bir dinin icaplarını yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hâkim olunamaz."
  • "Her temennînin kābil-i tatbik olup olmadığını düşünmek lüzûmu bütün vatandaşlara anlatılmalıdır. Zamânın telakkîsi çok mühim bir meseledir. … Dünya'yı dümdüz telakkî ettikleri zaman Dünya'yı dümdüz telakkî edenler, onun beş-altı bin senede vücûda geldiğini zannetmişlerdir. Hâlbuki Dünya'nın mâhiyeti meydana çıktıktan sonra anlaşıldı ki, Dünya beş-altı bin değil, ancak milyonlarca sene zarfında meydana gelebilmiştir.
Her vatandaşın arzu ettiğini yapmayı düşünmesi hayalperestliktir. Yapılabilecek şey, herkesin arzusu muhassalasının vasatisi olabilir."[3]
  • "İnsanlar sürfeler gibi sulardan çıktıkları için önce, ilk önce ceddimiz balıktır.
İşler daha ilerledikçe o insanlar, primat zümresinden türediler; biz maymunuz, düşüncelerimiz insandır.
İnsanlar büyük tabiat olayları önünde muhâceret, akın yolları ile bu arz dediğimiz yıldızın her kıt'asına dağılmışlardır. Bu kıt'alardan bazısına eski, bazısına yeni denmiş. Bu deyiş, hem bilgiden, hem bilgisizliktendir. Amerika'yı Kristof Kolomb keşfetti diye yeni Dünya sayılmıştır. Fakat jeoloji olayları Asya'dan Alaska yolu meydana geldi ve daha başka yollarla, karanlık zamanlarda ismi bilinmeyen geçişler oldu. Maya Medeniyeti'ni ve İnkaları öğrendikçe, stepler ve Alaska geçitleri düşünüldükçe, İnuit yüzleri ve tipleri ile kızılderili Hint insanları yüzleri ve tipleri incelenip araştırıldıkça bu Eski ve Yeni Dünya kavramları bittabî yavaş yavaş değişir. Kristof Kolomb'un keşfi hiç şüphesiz ki çok büyük ve mühim bir hâdisedir. Fakak daha dünkü iş sayılır."[4]
  • "Natür (Doğa) insanları türetti; onları kendine taptırdı da. Ancak, insanların Dünya'da yaşayabilmeleri için, onların doğaya egemenliğini de şart kıldı. Doğaya egemen olmasını bilemeyen yaratıklar, varlıklarını koruyamamışlardır. Doğa onları, kendi unsurları içinde ezmekten, boğmaktan, yok etmekten ve ettirmekten çekinmemiştir."[5]
  • "Neş'eli olmayan insanlardan iki türlü şüphe edilir. Ya hastadır, yâhut o insanın başkalarına bildirmek istemediği bir kuruntusu vardır."[6]
  • "Târihî hâdiselerin cereyanı sırasında bâzen fizyolojik ârızalar mühim rol oynarlar. Tabiat ya mânî olur veyahut yardım eder."[7]

Mustafa Kemal Atatürk/Havacılık

Vikisöz sitesinden

 
  • İstikbal göklerdedir.

Mustafa Kemal Atatürk/Genel konular

Vikisöz sitesinden

 
Ataturk13.JPG
  • Askerî harekat, siyasî faaliyetlerin ümitsiz olduğu noktada başlar.
  • Başarılarda gururu yenmek, felaketlerde ümitsizliğe direnmek lazımdır.
  • Ben gerektiği zaman, en büyük hediyem olmak üzere, Türk milletine canımı vereceğim.
  • Benim inancım o idi ki ve daima o oldu ki, dünyada insan diye yaşamak isteyenler, insan olmak niteliklerini ve gücünü kendilerinde görmelidirler. Bu uğurda her türlü fedakarlığa razı olmalıdırlar. Yoksa hiçbir medeni millet, onları kendi sırasında ve safında görmek istemez.
  • Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat, bütün insanlığı şaşırtacak bir hal alabilir.
  • Bir insan, belki kendi isteğiyle kişisel özgürlüğünden vazgeçmiştir. Fakat, bu yolda bir girişim koca bir ulusun yaşamına ve kurtuluşuna zarar verecekse, ulusun değerli ve şerefli yaşamı bu yüzden sönecekse, o ulusun torunları ve gelecek kuşakları bu yüzden yok olacaksa, böyle girişimler hiçbir zaman kabul edilemez.
  • Birbirimize sürekli gerçeği söyleyeceğiz. Felaket veya mutluluk getirsin, iyi veya kötü olsun daima gerçekten ayrılmayacağız.
  • Birbirimize vereceğimiz işaret şudur: İleri, daima ileri.
  • Biz dünya medeniyeti ailesi içinde bulunuyoruz. Medeniyetin bütün icaplarını tatbik edeceğiz.
  • Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar, burada bir dost vatanının toprağındasınız. Huzur ve sukun içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını savaşa yollayan analar, göz yaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızda, huzur içindeler ve huzur içinde uyuyacaklardır. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.
(Çanakkale Savaşları'nda ölen yabancı askerler için, Şükrü Kaya vasıtasıyla söyledikleri)
Büyük kararlar vermek kâfi değildir. Bu kararları cesaret ve kesinlikle tatbik etmek gerekir.
  • Çalışmadan, yorulmadan, öğrenmeden, rahat yaşama yollarını aramayı itiyat haline getirmiş milletler, evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra istiklallerini kaybetmeye mahkumdurlar.
  • Dünya'nın her tarafından öğretmenler insan topluluğunun en fedakâr ve muhterem unsurlarıdır.
  • Dünya'nın bize saygı göstermesini istiyorsak, evvela biz kendi benliğimize ve milliyetimize bu saygıyı duyguda, düşüncede, bütün davranış ve tutumumuzda göstermemiz gerekir.
  • Dünya'da hükümet için kanuni yalnız ve tek bir esas vardır. O da karşılıklı görüşme ve danışmadan ibarettir.
  • Efendiler! Bir şeyin zararıyla bir şeyin imhası ile yükselen şeyler bittabi' o şeyden zarara uğrayanı alçaltır. Hakikaten Avrupa'nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve medenileşmesine karşılık Türkiye tam tersine gerilemiş ve düşüş vadisine yuvarlana durmuştur. Artık vaziyeti düzeltmek için Avrupa'dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa'nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi bir takım zihniyetler belirdi. Halbuki;Hangi istiklal vardır ki, ecnebilerin nasihatleri ile, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir. (6 Mart 1922, T. B. M. M. )
  • Efendiler! Kıbrıs düşman eline geçerse ikmal yollarımız kapanır. Kıbrıs'a dikkat ediniz. Bu ada bizim için çok önemlidir.
  • Ermenilerin bu feyizli ülkede hiç bir hakkı yoktur. [1]
  • Eğer devamlı barış isteniyorsa kitlelerin durumlarını iyileştirecek uluslararası önlemler alınmalıdır. Dünya vatandaşları, kıskançlık, aç gözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde eğitilmelidir.
  • Gerçi bize milliyetçi derler. Ama, biz öyle milliyetçileriz ki, işbirliği eden bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz. Onların milliyetlerinin bütün icaplarını tanırız. Bizim milliyetçiliğimiz herhalde hodbince ve mağrurca bir milliyetçilik değildir.
  • Gözyaşları güçsüzlük belirtisidir.
  • Harp zorunlu ve kaçınılmaz olmalıdır. Milletin hayatı tehlikeyle karşı karşıya kalmadıkça harp bir cinayettir.
  • İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal. . . İkinci Mustafa Kemal, onu "ben" kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!
  • İnsanlar daima yüksek, soylu ve mukaddes hedeflere yürümelidirler. Bu tarzda yürüyenler ne kadar büyük fedakarlık yaparlarsa o kadar yükselirler.
  • İstikbal göklerdedir.
  • Mazlum milletler zalimleri bir gün mutlaka mahv-ı perişan edeceklerdir.
  • Medeni olmayan insanlar, medeni olanların ayakları altında kalmaya mahkumdurlar.
  • Medeniyetin emir ve talep ettiğini yapmak insan olmak için yeterlidir.
  • Milletimiz her güçlük ve zorluk karşısında, durmadan ilerlemekte ve yükselmektedir. Büyük Türk Milletinin bu yoldaki hızını, her vasıtayla arttırmaya çalışmak, bizim hepimizin en kutlu vazifemizdir.
  • Milletler arası anlaşmazlıklar ancak iyi niyetle ve genel çıkarlar adına karşılıklı fedakarlık yolu ile halledilebilir.
  • Milletleri yükselten bu hususa bir âmil daha ilâve edelim: Milletlerin kalbinde intikam hissi olmalı. Bu alelâde bir intikam değil, hayatına, istikbaline, refahına düşman olanların zararlarını dermeyi hedef tutan bir intikamdır. 20 Mart 1923, Adana Türkocağı
  • Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli hissin gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki, bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.
  • Milli mücadelelere şahsî hırs değil, milli ideal, milli onur sebep olmuştur.
  • Muhacir diye küçümsenenler, tarihin yazdığı savaşlarda en geriye kalanlar, yani "Düşmanla sonuna kadar dövüşenler", çekilen ordunun ri'cat hatlarını sağlamak için kendilerini feda edenler ve düşman karşısında kaçmak, çekilmek nedir bilmeyenlerdir. Muhacirler kaybedilmiş ülkelerimizin milli hatıralarıdır.
  • Sizler, yani yeni Türkiye'nin genç evlatları! Yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz. . . Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlar. Türk Gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir.
  • Sonuçta İngilizler ve Fransızlar Çanakkale'den çekildiler. Bu kendilerince başarılı bir çekiliştir.
  • Türk genci, devrimlerin ve rejimin sahibi ve bekçisidir. Bunların lüzumuna, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır; rejimi ve devrimleri benimsemiştir. Bunları zayıf düşürecek en küçük veya en büyük bir kıpırtı ve bir hareket duydu mu, bu memleketin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adliyesi vardır demeyecektir. Hemen müdahale edecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla, nesi varsa onunla kendi eserini koruyacaktır. Polis gelecektir; asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, “polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek, fakat asla yalvarmayacaktır. Mahkeme onu mahkum edecektir. Yine düşünecek: “Demek adliyeyi de islah etmek, rejime göre düzenlemek lazım!” Onu hapse atacaklar. Kanun yolundan itirazlarını yapmakla beraber; bana, İsmet Paşa'ya, Meclis'e telgraflar yağdırıp haksız ve suçsuz olduğu için tahliyesine çalışılmasını kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, “Ben inan ve kanaatimin icabını yaptım. Müdahale ve hareketimde haklıyım. Eğer buraya haksız gelmişsem, bu haksızlığı meydana getiren sebep ve amilleri düzeltmek de benim vazifemdir!” İste benim anladığım Türk genci ve Türk gençliği! (Bursa Söylevi)
  • Türk milletinin istidadı ve kesin kararı medeniyet yolunda, durmadan, yılmadan ilerlemektir.
  • Türkiye bir maymun değildir. Hiçbir milleti taklit etmeyecektir. Türkiye ne Amerikanlaşacak, ne Batılılaşacaktır. O, sadece özleşecektir.
  • Türkiye'nin asıl sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür. O halde, herkesten daha çok refah, saadet ve servete müstahak ve layık olan köylüdür. Onun için, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin iktisadi siyaseti bu aslî gayeye erişmek maksadını güder.
  • Uygarlık demek, bağışlama ve hoşgörü demektir.
  • Yaptıkları işin doğruluğuna inanan insanlar, çalışmalarının denetlenmesinden, karşı fikirler ortaya atılmasından ve tercihleri üzerinde münakaşa yapmaktan zevk alırlar.
  • Yurtta sulh, cihanda sulh.
  • Zafer, zafer benimdir diyebilenindir.
  • Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız, bu kafidirGünün sözü 10 Kasım 2006
  • "Tüm insanlarını seviyorum memleketimin. . . Kadınlarını, erkeklerini. Bazı şarkılar bana bu insanlardan bir gün kopacağımı hatırlatıyor, nlardan uzak düşeceğimi. . . Bir gün onlarla olamayacağımı. . . İşte o zaman, şarkının sözleri ne olursa olsun içime bir ateş düşüyor. . . Ve sonradan gözyaşı olarak akıp gidiyor. . . Unutma Mustafa Kemal'ler de insandır ve onlar da zaman zaman şu ya da bu nedenle ağlamak isterler. . "(Sabiha Gökçen'e bir şarkı üzerine ağlamasının nedenini açıklar. )
  • İki Mustafa Kemal vardır. Biri ben, ölümlü Mustafa Kemal; diğeri milletin içinde yaşattığı Mustafa Kemaller ülküsüdür. Ben onu temsil ediyorum. Herhangi bir tehlike anında ben ortaya çıktımsa, beni bir Türk anası doğurmadı mı, Türk anaları daha Mustafa Kemal'ler doğurmayacaklar mı? Mutluluk Milletindir, benim değildir.
  • Osmanlı tebaasından olan Ermeni unsurları, gördükleri teşvik ve yardımın neticesiyle de, milli namusumuzu yaralayacak taşkınlıklardan başlayarak, nihayet hazin ve kanlı safhalara girinceye kadar küstahane tecavüzlere koyuldular.
Vatanın parçalanması söz konusu ve karar olarak, Doğu Vilayetleri'mizde "Ermenistan", Adana ve Kozan havalisinde "Kilikya" adı ile yine Ermenistan; bu milletin, esarete, kölelik payesine indirilmesi ve nihayet bu devletin tarih sayfasını kapatarak ebediyet mezarına defnetmek gibi, insaniyet ve medeniyetle ve hele milliyet esaslarıyla bağdaşmayan emeller kabul ve onay yeri bulmuş ve görülüyor ki, tatbikat devresi de başlamıştır.
Bir istila fikri besleyen Ermeniler, Nahcivan'dan Oltu'ya kadar bütün İslam ahaliye baskı ve bazı mahallerde katliam ve yağma yapıyorlar. Sınırlarımıza kadar İslamları mahva mahkum ve göçe mecbur ederek Doğu Vilayetleri'miz hakkındaki emellerine doğru emniyetle yaklaşmak ve bir taraftan da 400. 000 olduğunu iddia ettikleri Osmanlı Ermeni'sini bir dayanak olmak üzere memleketimize sürmek istiyorlar.
memleketimizde külliyetli yabancı parası ve birçok propagandalar cereyan ediyor. Bundaki gaye, pek aşikardır ki, milli hareketi neticesiz bırakmak, Yunan, Ermeni emellerini ve vatanın bazı mühim kısımlarını işgal gayelerini kolaylaştırmaktır. (23 Temmuz 1919)

0 yorum:

Yorum Gönder

TÜRKİYE CANIM FEDA


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı